ashinton’da, ABD Kongresi binası Kapitol’ü görenleriniz çoktur. Rehber eşliğinde özel çalışma odaları, bürolar hariç hemen her yerini gezdirirler. Binanın ihtişamlı salonlarından biri de “Heykeller Salonu”dur. 38 adet heykel, ABD tarihinden kesitler canlandıran devâsa boyutlarda yağlıboya tablolar, sütunlar, kırmızı kadife perdeler ile çepeçevre süslenmiş yarım daire şeklinde bir mekân. Burası ondokuzuncu yüzyılda elli sene kadar Temsilciler Meclisi salonu olarak kullanılmıştır.
Salonun duvara yakın bir yerinde, mermer zemin üzerine dört köşe pirinç bir levha çakılmış olduğunu görürsünüz. Rehberler mutlaka o noktada sizi durdurur ve iştahla anlatırlar.
Pirinç levhanın üzerinde şöyle yazılıdır:
John Quincy Adams
Massachussetts Temsilcisi
1831-1848
Masasının Yeri
John Quincy Adams’ın uzun bir siyaset hayatı var; büyükelçilikler, bakanlıklar, ABD başkanlığı ve elbette Temsilciler Meclisi üyeliği. Adams, altıncı başkan ve ABD tarihinde başkanlık görevi bittikten sonra tekrar Temsilciler Meclisi’ne seçilen yegâne isim. Onun masasının bulunduğu yere hatırasına hürmeten bu levha çıkılmış.
O levhanın hemen yanında küçük, yuvarlak pirinç bir plaka daha dikkat çeker. Burası salonun akustik merkezidir. Rehberler size bir deney yaptırırlar. Siz yuvarlak pirinç plakanın başında beklerken salonun taa öteki ucuna gidip hafif bir ses tonuyla konuşurlar, siz o konuşmayı kulağınızın dibinde gibi duyarsınız. Şimdi bu bilgiyi alınca ister istemez insanın aklına geliyor: Bu Adams hinoğluhin bir adamdı. Masasını buraya koydurdu ki, orada yorulmuş, hiç birşeyle ilgilenmez gibi otururken, hatta uyuklar gibi yaparken, rakipleri salonun öteki köşelerinde neler fısıldaşıyor duyuyor, her sohbete oturduğu yerden kulak misafiri oluyordu. Sonra da kulağına gelen bu bilgilerle yaptığı hamleler, konuşmalar, aldığı kararlar meclisi şaşırtıyordu. On yedi yıl buradaki masada oturdu ve hatta aynı masada öldü. Geçirdiği felçten sonra iyileşip meclis oturumuna geldiğinde konuşmak üzere ayağa kalkmış ama bir iki kelâmdan sonra yığılıp kalmıştı. Onu salona bitişik bir odaya taşıdılar, iki gün sonra orada öldü.
Neyse… Kasdım Amerikan tarihi bilgisi aktarmak değil! Yunus Emre ne der:
Kasdım budur şehre varam,
Feryâd ü figân koparam.
Kasdım, kimi ülkelerde tarihe ve tarihî şahsiyetlere gösterilen saygıya imrenme ile kendi kulağımızı çekme, omuzlarımızı sarsma ihtiyacıdır. Memleketimizde öyle manzaralara şahit oluyor, gazetelerde öyle haberler okuyoruz ki tarihimiz hiç umurumuzda değilmiş hissine kapılıyor insan. Tarihe karşı hiç kadirşinas bir toplum değiliz. Kâh tarihî eser duvarlarına garip yazılar yazarak, kâh etraflarını çöplüğe çevirerek, kâh güzelim tarihî çeşmelere ECA musluk takarak, kâh ondördüncü asırdan kalma caminin tuğla duvarlarına alüminyum çerçeveli cam kapı monte ederek, kâh taştan örülmüş binaların dökülen yerlerini betonla yamayıvererek, kâh hepten yıkarak, bozarak, kâh unutarak… Bu hoyrat ve cahilce tutumlar karşısında feryâd ü figân koparanlar yok değil ama hoyratlığın ve cahilliğin sesi daha yüksek.
Sahip çıkılması gereken değerler vardır. Tarih bunlardan biri. Tarih milletlerin de, insanlığın da hafızasıdır. Titizlikle, sadakatle, bilgiyle, saygıyla korunmalıdır. Milletleri millet yapan tarihleridir. Tarihi sadece kitaplardan okumak yetmez. Halil İnalcık Hoca “Tarih bir milletin şuurudur.” demişti. Şuur yaşanan bir şeydir. Bazen duvara çakılmış bir levhada, bazen bir çeşmenin kitâbesinde ya da kurnasında, bazen birkaç asrı devirmiş bir çınar veya zeytin ağacının gövdesinde onu görmelisiniz.
Yalnız, tarihin mühim bir kısmı siyasettir. Ve siyaset eleştirilebilir. O yüzden tarihe bilim değil, bir disiplin gözüyle bakanlar çoktur. Tarihe saygı tarihin içindeki siyaseti eleştirmeyi yasaklamaz. John Quincy Adams’ın plakası oradadır ama icraatları eleştirilebilir. Tarihe saygı ile eleştirme hakkımızı karıştırmamak lâzım.