Trump yönetimi 2016 yılında göreve geldikten sonra Obama’nın Latin Amerika’da yaptığı Küba açılımını sona erdirerek, bölgede yeni bir strateji izleyeceğinin sinyallerini vermişti. Bu doğrultuda Trump’ın önemli hedeflerinden biri de hiç şüphesiz dünyanın en fazla petrol rezervine sahip olan ülkesi, Venezuela’ydı. Trump yönetimi daha önce Kudüs’e elçilik meselesinde yaptığı gibi Venezuala’ya dönük planlarını gerçekleştirmek için de benzer bir yol izliyor. Uluslararası toplumu tehdit ederek kendi uyguladığı stratejiyi takip etmeleri için baskı yapıyor.
Kendi yerel coğrafyasında sadece bir kaç ülkenin desteğini alabilen Venezuela yönetiminin yeni müttefikler ve pazarlar oluşturma arayışı dikkat çekici. Bu bağlamda Türkiye ile geliştirilmeye çalışılan ilişkinin boyutu da önemli. Türkiye ile Venezuela arasındaki dış ticaret hacmi 2018 verilerine göre 1 milyar doları aşmış durumda. Bu süreç içerisinde Venezuela’ya ihracat yaklaşık olarak 91 milyon dolar, Venezuela’dan Türkiye’ye yapılan ithalat da 984 milyon dolar olarak kaydedildi. Elbette bu rakamlar Türkiye’nin toplam ticaret hacmi içerisindeki yeri çok küçük. Fakat bu ticaret hacmi bölgesel ilişkiler adına Türkiye ve Venezuela için rakkamlardan daha büyük bir anlam ifade ediyor.
Türkiye’nin siyasi ve ekonomik çıkarları, NATO müttefikini YPG ve FETO krizlerinde yalnız bırakan ABD’nin isteklerinin önündedir. Bu bağlamda, ABD ve AB’nin baskılarına rağmen, Türkiye’nin Venezuela hassasiyetini anlamak gerkır. Ankara, Türkiye’nin ulusal güvenliğini direkt tehdit eden terör örgütlerine yaptığı yardımları hiç bir suretle gizleme gereği duymayan ABD’nin hassasiyetlerini düşünmek zorunda değildir. Bunu terör saldırılarınadan muzdarip Washington yönetiminin anlaması gerekir. Öte yandan Türkiye’nin özellikle Latin Amerika’ya dönük ticari ilişkileri arttırma beklentisini de önemsemek gertekir.
Ülkelerin karşılıklı olarak dış politikalarında stratejik hesaplarının, beklentilerinin ve dönemsel yaklaşımlarının değişmesi anlaşılabilir. Bir dönem soğuk ilişkiler yaşayan iki ülkenin daha sonra can ciğer kuzu sarması olması ya da neredeyse içtikleri suyun ayrı gitmediği yönetimlerin bir anda kanlı bıçaklı olması yeni dünyada artık şaşırtıcı ve garip gelmiyor. Fakat Venezuela’da muhalefet ve iktidar arasındaki mücadelede Maduro yönetimine yapılmaya çalışılan darbe girişiminin, Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimine benzetilmesi de doğru bir yaklaşım olarak gözükmüyor.
Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi demek; terör örgütü FETO’nun milli iradeye tanklar, uçaklarla saldırmasına karşın, kahraman halkımızın yazdığı bir destan demektir. Sandıkta yaptığı tercihe kanlarıyla, canlarıyla sahip çıkabilen bir demokrasi kültürü demektir. Şüphesiz ki, bunun arkasındaki en önemli güçlerden bir tanesi, Erdoğan’ın halkıyla kurduğu benzersiz ilişki biçimidir. Ve bu ilişki, Maduro yönetiminin halkıyla arasında kurduğu ilişkinin çok ötesindedir. 15 Temmuz darbe girişiminde sadece halkına güvenerek darbecilere meydan okuyan bir liderlik vardı Türkiye’de. Oysa Venezuela’da Maduro’nun sırtını dayadığı asıl güç halkın çoğunluğundan ziyade militarizmin caydırıcı gücü.
Şunu net ifade edebiliriz ki, ABD Maduro’yu devirmeye çalışıyor ve hiç bir ülkenin başka bir ülkenin iç işlerine karışarak iktidar belirlemeye kalkması kabul edilebilir bir şey değildir. Venezuela’daki darbe girişimini desteklemek, ya da bunu meşrulaştırmak söz konusu olamaz. Fakat Venezuela’da halkının Maduro’ya desteği ve bağlılığı noktasında ciddi şüpheler var. Halkın büyük çoğunluğunun desteğini kaybettiği açık olan ve adeta azınlık hükümeti olarak ülkeyi yöneten Maduro ile 15 Temmuz destanını yazan halk ve iktidar arasında kurulan ilişkinin ve bağın kıyası mümkün değildir. Bu bağlamda Venezuela’daki hadiselerle, 15 Temmuz’un beraber özdeşleştirilmeye çalışılması, Türkiye’nin milli irade direnişine gölge düşürmekten ve bu demokrasi destanının gereğince idrak edilmesi noktasında kafa karışıklıkları oluşturulmasından başka bir şeye hizmet etmeyecektir.